Memento

Memento (2000)

Süleymaniye Camisi için Mimar Sinan’ın kalfalık dönemi eseri denir ya, buna karşılık bizim de hadi oradan diyesimiz gelir. Hatta bu nasıl kalfalık dönemi eseri, her köşesi ilmik ilmik işlenmiş bir muhteşemlik var orada diyerek saygı duruşuna geçeriz. Buna benzer bir durum da Christopher Nolan’ın kalfalık dönemi eseri Memento için geçerlidir. Evet belki üstad yıllar içinde The Prestige, Inception, Interstellar benzeri usta işi filmler çekecektir. Ama şu bilinmelidir ki biz Nolan tayfası için Memento hep apayrı yeri olan bir başyapıt olarak hatırlanacaktır. Evet evet unutulmayacak ve hep hatırlanacaktır !

tumblr_n1ioyfkOZ21r2196so1_500

Memento için bir konu yazmak pek de mantıklı bir hareket olmaz. Peki bizi bu filmde ne bekleyecek derseniz ters kurgu sinemasının tartışmasız bir numaralı filmini izleyeceğiz, bir puzzle çözer gibi adım adım gideceğiz  ve her sahnede artan bir gerilimle filmin sonunu iple çekeceğiz diyebilirim. Filmi seyrederken bazen kendinizi siyah-beyaz ve renkli ilerleyen iki ayrı filmin içinde, birinde kurguyu diğerinde hikayeyi yerine oturtmaya bir taraftan da ikisi arasındaki bağı kurmaya çalışırken bulacaksınız. Daha net anlatmak gerekirse renkli sahneler sondan başa doğru gelirken daha kısa olarak aralarda verilen siyah-beyaz sahneler ise baştan sona doğru ilerlemektedir. Bu iki anlatımın buluştuğu noktada ise film bitmekte ve aradığımız tüm cevaplara ulaşmaktayız. Tabii ki ters kurgu filmlerin bir çok örneği vardır. Memento’yu benzerlerinden ayıran nokta ise senaryo ile filmin çekim tekniğinin birbirini tamamlaması. Filmde ana karakterimiz kısa süreli hafızaya sahip ve yaşadıklarını kısa sürede unutmaktadır. Nolan bu hikaye üzerine bu çetrefilli kurguyu oturtarak aslında seyirciyi de hatırlama-unutma denklemine dahil etmektedir. Seyirci karışık kurgu içinde önceki sahnede ne olduğunu hatırlamakta zorlanmakta ve adeta ana karakterle bütünleşmektedir. Daha fazla uzatmanın alemi yok bu filmi seyretmeyi unutmayın, hatta mutlaka bir kenara not edin. Memento izlenecek…

memento-quotes-7

Amat

AMAT

Bir roman, düşünsel bir yolculuk, Osmanlı’da geçen bir Karayip Korsanları hikayesi ya da dinler tarihine ait semboller üzerine kurgulanmış bir masal. Her İhsan Oktay Anar kitabı gibi tanımlamak o kadar zor ki. Ama bu kitabı benim için diğer Anar kitaplarından farklı kılan özelliği kendinizi bir anda bir bilim kurgu hikayesinin içinde bulabilecek olmanızdır sanırım. Zamanın döngüselliği Hollywood’un üzerinde fazlaca durduğu Lost dizisinden bir çok filme kadar fazlaca işlediği pek bilinen bir kavram. Bu kavramı alıp Osmanlı’da geçen bir korsan hikayesinin içine üzerine dinsel motifler katarak uyarlamak İhsan Oktay Anar dışında başka bir canlının yapabileceği bir şey olmasa gerek. Sinemada Christopher Nolan’ın çekeceği bir filmi Anar’ın yazdığı hissine kapılıyorsunuz birçok yerde.

4447991

“Zaman döngüsel olduğu için sadece geçmişi değil geleceği hatırlamak da mümkündü. Kısacası hatırlama ile kehanet aynı şeydi.”

Bunu okuduğunuzda kitabın ortalarına gelmiş oluyorsunuz ve bir anda dur bakalım devamında ne gelecek demeye başlıyorsunuz. Aynı şekilde gemimizin adı olan Amat ile tanışırken de büyük bir gizemin sizi beklediğini hissediyorsunuz.

“Kitabü’l İber’de anlaşıldığına göre, Kedigöz Abidin Dede hazretleri İbranicedeki “emet” sözcüğünün “gerçek” anlamına geldiğini söylemişti. Sabatay Sevi’nin müritlerinden biri olan Galatalı hekim Avram Efendi bir hahamın çamurdan bir insan yapıp alnına “emet” yani “gerçek” yazdığını böylece bu insanın canlanıp her emri yerine getirdiğini ama kelimenin başındaki “alef” harfi silindiğinden “met” yani ölüm olduğu için çamurdan yapılan bu bedenin canını kaybettiğini anlatmıştı. Bunların yanında Avram Efendi “emet” kelimesini Navarinli Yahudilerin “amat” diye telafuz ettiklerini söylemiştir.”

Kitapta okuru belki en fazla zorlayacak nokta ağır denizcilik terimleri olabilir. Anar, bizleri limandan alıp açık denizlere yelken açarken ya da en çetin savaş filmlerinde göremeyeceğiniz canlılıkta savaş sahnelerini anlatırken tam bir denizci dili kullanmakta ve bu da bazen okuyucuyu yormaktadır. Güzel olan taraf ise bu belki bilmediğimiz kavramların olay örgüsünü anlama konusunda en ufak bir engel çıkarmaması. Daha fazla uzatmanın anlamı yok, benzersiz bir yolculuğa çıkmak isterseniz 247 meşe ağacından yapılmış, 247 mürettebattan oluşan Amat’a siz de atlayın ve onları yolculuklarında yalnız bırakmayın.

“Ne kadar acı değil mi ? Her nefsin bir gün ölümü tadacak olması.”

Yard. Doç. Dr. Ertan Örgen’in “Amat’ta Yapı ve Simgeler” adlı araştırmasından romanın sonuç değerlendirmesini paylaşarak bitirelim.

Amat, yeni yüzyılda Türk romanının içinde bir süre kalacağı anlayış ve yapıyı göstermesi bakımından ve de piyasa türü eserlerden ayrılan felsefî göndermelerinin zenginliği ile dikkate değer bir romandır. İnsan, günah ve zaman gibi hayata ait temel kavramları, eski anlatmaların temel motiflerinden faydalanarak uydurmaca bir yapı ve eğlenceli bir kurgu içerisinde veren roman postmodernin epistemoloji ve ontolojiyi oyuna dönüştüren anlayışını taşır. Modernin yetersiz kaldığı fikriyle ilerleyen şimdiki zaman, varlığı ve bilgiyi tekrar eskinin kaynaklarıyla idrake yönelmiştir. Romanın Tevrat ve Kur’an’a dönük atıfları ve mitolojiden gelen anlatma parçaları, modern öncesi bilgiye dönüştür. Roman, insan ve zaman gibi felsefî bir problemi tartışmakta ancak onu da karmaşa içinde vermeye özen göstermektedir.

Kitabın tamamını okudunuz ve aklınızda soru işaretleri mi kaldı, o zaman sizi bu araştırmanın tamamına havale ediyoruz. Amat’ta Yapı ve Simgeler